2009 Almanya Federal Meclisi seçimlerinde Aachen şehrinden doğrudan aday gösterildim ve Kuzey Ren Vestfalya parti eyalet listemizde 6. sıradan aday olarak yer alıp federal parlamentoya ilk defa milletvekili seçildim. 2009 aday sürecimde belirtmiş olduğum gibi ağırlık noktamın Avrupa politikası olmasıyla birlikte AB Komisyonu ile Avrupa Konseyi Parlamenter Meclisi üyesi oldum.

AB Komisyonu çalışmalarım
Avrupa politikasında son yıllarda krizle bağlantılı olarak alınması gereken Avrupa İstikrar Mekanizması  (ESM) ve Fiskal Antlaşma kararı, ya da Yunanistan veya Portekiz için çıkartılan acımasız  tasarruf programları gibi tüm önemli kararlar, Almanya Federal Meclisi’nde ele alınmıştır ve Meclisin AB Konuları Komisyonu’nca görüşülmüştür. SOL PARTİ’nin bu programların mahiyetini daha en başından itibaren kavrayarak bu tarz „kurtarma“ politikasını tutarlı bir biçimde reddetmesine ve her seferinde meclise sunduğu dilekçelerle somut alternatif önerileri getirmiş olmasına   katkıda bulunmuş olmaktan gurur duyuyorum. Bunlar arasında bankacılık sektörünün tutarlı bir düzenlemeye tabi tutulması ve küçülmesi yolu ile gücünün azaltılması için bir Avrupa politikasının oluşturulması, finans piyasasının  saldırganlığına karşı doğrudan kredi sağlanması imkanı da tanınarak Avrupa Merkez Bankası (AMB)’nın demokratikleştirilmesi, Avrupa genelinde servet primi ve servet faizi uygulaması ve de resesyona itilen ülkeler için sosyo-ekolojik yapılanma programlarının geliştirilmesi gibi önlemler gelmektedir.
Mali antlaşmaya ve Avrupa „kurtarma şemsiyesi“  ESM’ye karşı parti grubumuzda getirdiğim öneri doğrultusunda Anayasa Mahkemesi’ne başvuruda bulunduğumuzun altını çizmek isterim. Mali antlaşma ve ESM bankacılık ve finans sektöründe çıkan krizin 2007/2008’de başlaması sonrasında AB’nin neo liberal özelliğinin radikalleşmesinde en önemli kilometre taşlarını oluşturmuşlardır. Başta Almanya federal hükümeti olmak üzere AB’de hakim olan elitler ardında kapitalist bir akümülasyon fazlası yatan bu krizi kendi politikalarını pekiştirmek için kullanmaktadırlar. Avrupa genelinde bankalar kamu paraları ile kurtarılırken adı „devlet borçlanma krizi“ şeklinde değişikliğe uğratılan bu krizin bütçe kısıntıları ve deregülasyon ile üstesinden gelinmesi amaçlanmaktadır. Bu, Almanya ve Avrupa’da  henüz kalmış olan son sosyal devlet uygulamalarını da tehlikeye atmaktadır. Finans piyasalarının baskısından faydalanarak şimdiye kadar güvence altında olduğu sanılan demokratik standartlara saldırmaya devam edilmektedir. Otoriter ve sıkı bir rejim uygulayan bir AB’ye giden bu yolun Yunanistan ya da Portekiz gibi „programa tabi ülkeler“ üzerinden denenmesi ve Avrupa genelinde kabul ettirilmesi amaçlanmaktadır.
Meclisteki AB-Komisyonu’ndaki diğer Milletvekili arkadaşlarım Diether Dehm, Thomas Nord ve Alexander Ulrich ile birlikte görev paylaşımına giderek AB iç ve adalet politikası alanını üstlendim. Kamuoyunun dikkatinden uzakta bu komisyonda bir çok çalışma grubu düzeyinde ya da tamamen gayri resmi bir şekilde Avrupa düzeyinde olmak üzere, devlet tarafından geliştirilen ve ulusal düzeydeki demokratik standartlara uymayan baskıcı yapıların tohumları atılmaktadır. Federal hükümete yönelttiğim bir çok soru önergesi ile pek fazla farkına varılmayan bu alanı aydınlatmaya çalışıyorum. Son üç yılda olayları aydınlatmayı ve icabında skandal olarak lanse etmeyi tekrar tekrar başardım.  Bunlar arasında örneğin çok tepki uyandıran Mark Kennedy olayı ile ilgili sınır ötesi muhbirlerin ortaya çıkartılması, paramiliter polislerle işbirliği, ya da AB Komisyonu’nun finanse ettiği INDECT gibi kapsamlı izleme projeleri gelmektedir. Federal hükümetin insansız hava araçlarına dair projeleri ile ilgili son bilgiler de kısmen, ofisimden çıkan ve ağırlıklı olarak Avrupa İnsansız Hava Aracı stratejisini ele alan bir küçük soru önergesinin sonucunda öğrenildi. Parlamenter bir muhalefet bana göre araştırmacı olma yükümlülüğünü de taşır ve kanaatimce bu yükümlülüğü kapsamlı bir şekilde yerine getirmiş bulunuyorum.   
AB Komisyonu’nda bir diğer eylem alanı İzlanda ve Türkiye ile yürütülen ve parti meclis grubumuz adına yetkili olduğum katılım müzakereleridir.  Türkiye’ye yaptığım bir çok gezi esnasında insan hakları açısından yaşanan dramatik  durumu işaret ettim. Kitlesel tutuklamaları ve düşünce özgürlüğüne uygulanan baskıyı. Başlattığım girişim sonucunda halen tutuklu olan sekiz seçilmiş milletvekili federal meclisin „Parlamenterler Parlamenterleri koruyorlar“ programına alındılar.  „KCK-Davalarını“  üç defa ziyaret ettim ve Doğan Akhanlı’ya karşı yürütülen davaya Günther Walraff ile birlikte katıldım. Farklı Avrupa ülkelerinden solcu aktivistlerin Türkiye’ye sınır dışı edilmelerine Dışışleri Bakanlığı üzerinden müdahale ederek engel olabildim. Türk-Kürt uyuşmazlığında barışcıl ve siyasi bir çözümü kararlılıkla savunuyorum ve bunu farklı düzeylerde tekrar ve tekrar ifade ettim.


Avrupa Konseyi
Çalışmalarımın diğer merkezi bir yönünü Strasbourg’daki Avrupa Konseyi oluşturur. Burada Parlamenter Asamble Üyesiyim.  Avrupa Konseyi’nin parlamentosu ulusal meclislerin heyetlerinden oluşturulur. Almanya’dan orada  18 temsilci bulunmaktadır. SOL PARTİ’nin iki sandalyesi ve iki yedek üyesi vardır.  Avrupa Konseyi AB’den daha eski ve işlevini ondan bağımsız yerine getiren bir uluslararası kurumdur. Ayrıca AB’den daha çok üyesi vadır: Örneğin Rusya ve Türkiye Avrupa Konseyi’ne üyedir. Görevleri üç ana ögeden oluşur: İnsan haklarının (sosyal haklar da dahil), demokrasinin ve hukuk devleti gereklerinin yerine getirilmesi.
Avrupa Konseyi’ndeki stratejik temel yaklaşımım şu an AB düzeyinde kurulmakta olan neoliberal kriz rejiminin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi gibi Avrupa’nın temellerini oluşturan Sözleşmeleri ile çelişkiye düştüğü yönündedir. Avrupa Konseyi’nde bu çelişkiden hareket ederek buna karşı mücadele etmeye çalışıyorum. Pek başarısız değilim: Sıkı mali rejimin demokrasi ve sosyal haklar açısından doğurduğu tehlike ile ilgili raporu hazırlamakla görevli olarak solcu bir kriz analizini içeren bir kararın açık bir çoğunlukla kabul edilmesini elde ettim. Solcu parti meclis grubundan yoldaşlarla birlikte bir çok diğer kararın da alınmasında  girişimde bulundum. Avrupa’da Roma ve Sintilerin takibata uğraması, „Drug Checking“ ve iş hukuku ile ilgili olanlar bunlardan bazılarıdır. Ayrıca Avrupa Konseyi için Moldavya, Kazakistan, Kırgızistan, Türkiye ve Ukrayna’da seçimleri gözlemleme misyonlarına katıldım.   Avrupa Konseyi’ndeki faaliyetlerimi siyasi aktivistlere uygulanan baskılara karşı gelmek için de kullanmaya çalışıyorum. Tüm gezilerimde cezaevlerini ziyaret ediyorum ya da sol, sosyal veya sendika çevrelerinden aktörlerle buluşuyorum. İki cezaevi ziyaretim, biri Türkiye’de Nevin Berktaş’ı, diğeri Kazakistan’da Natalia Sokolova’yı ziyaretimdi, kendilerinin daha sonra serbest bırakılmalarına katkıda bulundu.  Aynı zamanda gezilerim ile Avrupa Solu arasındaki iletişim ağını ilerletmeye çalışıyorum. Benim girişimim üzerine İzlanda Maliye Bakanı İzlanda’nın krizden çıkmak üzere geliştirmiş olduğu alternatif  İzlanda yolunu tanıtmak üzere Avrupa Konseyi Parlamentosu’na davet edildi.

Parlamento dışından kriz protestoları
Gittikçe sertleşen ve otoriterleşen kriz politikalarına karşı parlamento dışı pek çok platformda aktif olarak çalışmaktayım. Değişimlerin yalnızca bizim meclisteki çalışmalarımızla gerçekleşmeyeceği ve sokağın baskısına ihtiyacımız olduğu kanaatindeyim. Bu nedenle parlamento dışı insiyatifleri ve sosyal hareketleri desteklemek ve onların içinde görev üstlenmek benim için çok önemli – Milletvekili pozisyonuma rağmen kendimi bu hareketlerin bir parçası olarak görüyorum. Sadece birkaç örnek vermek gerekirse, Mayıs ve Ekim aylarında Frankfurt/Main’da yapılan Blockupy-Hareketi ile Paris ve Atina’daki uluslararası büyük gösterilere de katıldığımı belirtmek isterim. Parlamenter sol kendisini daha geniş kapsamlı toplumsal Sol’un bir parçası olarak görmelidir, ancak parlamentodaki özel durumu, kendilerine burada sunulan ek imkanları etkin bir şekilde kullanmalıdır diye düşünüyorum. Meclisi sadece bir sahne olarak değil, toplumsal değişimlere tek başına yeterli olmasa da, aynı zamanda önemli bir çalışma ve tartışma alanı olarak değerlendiriyorum.

Yunanistan mercek altında
Çalışmalarımın bir ağırlık noktası da Yunanistan. Federal Hükümet yönetimindeki yanlış sert politika burada dramatik sonuçlar doğurdu. Arka arkaya yaptığım seyahatlar neticesinde Syriza Sol Partisiyle ve sosyal hareketlerin diğer aktörleriyle bir ağ oluşturdum. Almanya’da organize ettiğim düzinelerce toplantıyla Yunanistan’daki, hem Yunan halkı ve hem de göçmenler açısından berbat sosyal durumu dile getirdim. Yunanistan’da ikili bir hümaniter trajedi oluşuyor. Kemer sıkma politikalarının halka doğrudan yansıyan sosyal neticeleri korkunç. Aynı zamanda AB’nin, özellikle Almanya’nın kabul ettirdiği Dublin-II sistemi Yunanistan’daki göçmenlerin zaten güç olan toplumsal durumlarını zora sokuyor. Bu insanlar Yunanistan’da insanlık dışı koşullarda tutuklandıkları halde, bir dayanışma içinde diğer AB üye ülkelerine gönderilmelerine karşı çıkılıyor. Türk-Yunan sınırındaki Meriç nehrinde ve Yunanistan’daki göçmen iade hapishanelerinde gerek içinde bulunulan sosyal durum ve gerekse vahşi şartlar tarafımdan defalarca Federal Hükümet’e soru önergesi konusu yapılmıştır.  

Göçmenlik
AB’nin ve üye ülkelerinin göçmen politikası sayısız meclis soru önergelerine ve girişimlerine konu olmuştur. Burada hem AB-Sınır Koruma Ajansı Frontex’in çalışmalarını ve hem de Alman katılımını eleştirmiştim. Akdeniz’de sürekli olarak mülteciler boğuluyor veya Meriç kenarında kurşunlanarak öldürülüyorlardı. AB sınırları içindeki seyahat özgürlüğünün uzun süreden beri AB genelindeki kontrol tedbirleri ve polis operasyonlarıyla geçerliliğini nasıl yitirdiğini ortaya çıkardım.  

Meksika
Alman-Meksika parlamenterler gurubu üyesi olarak tehdit edilen insan hakları savunucuları için mücadele ediyorum. Özellikle Alman silah ihracatının Meksika ayağındaki gelişmeyi ve güvenlik alanındaki işbirliğini eleştirel olarak takib ettim ve başarılı bir şekilde gündeme taşıdım. 2006 yılından beri onbinlerce kişinin ölmesine yol açan Meksika’daki „uyuşturucu ticaretine karşı savaş“ ta hala daha halka karşı kullanılan Alman silahları görülmektedir. Alman silah şirketlerinin Meksika’daki savaşla yaptıkları ticareti ve Federal Hükümet’in anlaşmalarını eleştirel olarak izledim ve buna karşı angaje oldum.
Ayrıca Aachen Barış Ödülü üyesi olarak geçen yılki ödülü kazanan, Meksikalı insan hakları savunucusu Alejandro Cerezo ve örgütü olan „Comité Cerezo“ yu önerdim. Aachen Barış Ödülü üyelerinin Meksikalı aktivistleri bu şekilde desteklemelerinden dolayı büyük mutluluk duydum.

Seçim bölgesi
Aachen seçim bölgesinden federal meclis milletvekili olarak görevimi, oturduğum yerin çıkarlarını diğer bölgelerin sorunlarının önüne koyan bir lobicilik faaliyeti olarak görmüyorum. Buna rağmen kendimi üç ülke üçgeninde bulunan bu bölgenin insanlarının muhatabı addetmekten memnuniyet duyuyorum ve onların sorunlarına kulak ve destek verilmesi için çalışıyorum. Büro çalışanlarımla birlikte Aachen’deki Sol Merkezini politikaya ilgisi olanlar için bir başlangıç yeri yapma görevini üstlendim ve ilçe teşkilatında şu anda bağımsız ve çok kararlı çalışan bir Hartz-IV Çalışma Gurubu’nun kurulmasına yol açan sosyal görüşme saatleri düzenledik. Gerici „Karl Ödülü“ ne karşı protestoyla Aachen ne yazıkki düzenli olarak politik gündemde kalmaya da devam ediyor. Yeni liberal Avrupa tasarımlarının propagandasını yapan bu ödüle karşı geçtiğimiz yıllarda sürekli, ödül töreninden bir akşam önce eleştirel bir etkinlik düzenledik. Yaklaşık bir düzine kadar Pazar matinesi çerçevesinde ekibimle birlikte bir toplantılar serisi düzenledik. Burada pek çok ilginç katılımcıyla  içerikli tartışmaların derinliğine inilmesi için zemin yaratıldı. Yine aynı şekilde diğer ilçe örgütlerinde benzer toplantılar çerçevesinde aldığım bir çok davete - fırsat bulduğum ölçüde – memnuniyetle katılmaya çalıştım.
Ayrıca özgürlükçü göçmen örgütleri, sendikalar, sosyal birlikler ve barış örgütleriyle düzenli iletişim kurmak benim için çok önemlidir. Aachen ve Kuzey Ren Vestfalya (KRV) eyaletinin diğer tüm bölgelerinden insanların çalışmalarım ve siyasi Berlin üzerine bir izlenim edinebilmeleri için seçim bölgesinden Berlin’e, özel bir program sunduğumuz (örneğin; hükümet merkezinin bulunduğu semtte, lobiciliğin eleştirildiği şehir turu)  ve yaklaşık 500 kişinin katıldığı pek çok gezi düzenledik.

Sonuç
Solcularla ve sosyal aktörlerle dayanışma ve Avrupa’nın her yerindeki baskıya karşı onların gayet pratik bir şekilde desteklenmesi benim için günlük işlerimin doğal bir parçasıdır. Diğer bölgelerin yanısıra Aachen ve KRV’den de SOL PARTİ’nin ve yerinde pek çok farklı hareketin çalışmalarına aldığım somut desteğin gayet iyi   olduğunu düşünüyorum ve bunu devam ettirmeyi planlıyorum. Almanya’da ve Avrupa’da Solun  sosyal, demokratik, barışçı, ekolojik ve dayanışmacı bir Avrupa’nın gelişmesi doğrultusunda güçlü bir hamle yapması zorunludur. Bunun için federal milletvekili olarak ekibimle birlikte severek çalışmaya devam etmek isterim.

İletişim
Çalışmalarım üzerine daha fazla bilgi: ¬¬
www.andrej-hunko.de ile
facebook.com/andrej.hunko ve twitter.com/AndrejHunko adreslerinde.  
E-Posta yoluyla  Diese E-Mail-Adresse ist vor Spambots geschützt! Zur Anzeige muss JavaScript eingeschaltet sein.  ve telefonla 030/227-79133 (Federal meclis bürosu) veya 0241/990 68 250 (Aachen seçim bölgesi bürosu) numaralı telefonlardan bana ulaşabilirsiniz. Ayrıca şu anda Neuss’da bir vatandaş bürosu hazırlığımız var.